Eco-fatigue (Sürdürülebilirlik Yorgunluğu): İyi Niyetle Başlayıp Yorgunlukla Biten Bir Hâl

Eco-fatigue (Sürdürülebilirlik Yorgunluğu): İyi Niyetle Başlayıp Yorgunlukla Biten Bir Hâl

Bir noktada şunu fark ediyor insan; eskiden sürdürülebilirlikle ilgili bir şey okuduğumuzda heyecanlanırken, şimdi omuzlarımız düşüyor. Yeni bir rapor, yeni bir kriz, yeni bir iklim krizini daha da kötü hale getirmemek için yapılacaklar listesi. Hepsi üst üste gelince zihnimizin otomatik olarak verdiği bir tepki var: Kapanma isteği.

Bu bir umursamazlık durumu ya da kaçış değil. Hepimizin zaman zaman hissettiği bu durumun bir adı var: Eco-Fatigue. Türkçeye Sürdürülebilirlik Yorgunluğu ya da Ekolojik Yorgunluk olarak çevirebiliriz.

Eco-fatigue, sürdürülebilirlikten vazgeçmek anlamına gelmiyor. Aksine, çoğu zaman fazla umursamanın sonucu olarak çıkıyor karşımıza. Sürekli doğru seçim yapmaya çalışmak, sürekli kötü haber duymak ve buna rağmen dünyada gözle görülür bir iyileşme hissedememek insanı bir süre sonra gerçekten yoruyor.

Eco-fatigue Nereden Çıktı?

Bu kavramı daha önce hiç duymamış ya da son yıllarda yeni yeni duymaya başlamış olabilirsiniz ama kökeni daha eski. Akademik literatürde 2010’ların ortasından itibaren, özellikle sürdürülebilir turizm ve tüketici davranışları çalışmalarında, insanların yeşil mesajlara karşı duyarsızlaşmaya başladığı fark ediliyor. 2019’da yapılan çalışmalar, eco-fatigue’i; sürdürülebilirlik anlatılarına maruz kalmaktan doğan bıkkınlık, geleceğe dair karamsarlık ve şirketlerin çevreci iddialarına karşı artan şüpheyle birlikte ele alıyor.

Ama asıl kırılma noktası 2020 sonrası. Pandemiyle birlikte hayatın kırılganlığı çok görünür hâle geldi. Ardından ekonomik belirsizlikler, savaşlar, iklim felaketleriyle karşılaştık sıra sıra. Ve bütün bunların arasında, neredeyse her marka “biz de sürdürülebiliriz” demeye başladı.

Deloitte’un 2024 raporu da bu noktaya işaret ediyor: İnsanlar sürdürülebilirlikten vazgeçmek istemiyor ama bu konuda mental olarak yorulmuş durumda. Bir yandan daha pahalı ürünler, bir yandan çelişkili bilgiler, bir yandan benim yaptığım gerçekten işe yarıyor mu sorusu kafamızda dönüyor. Bunların hepsi eco-fatigue’i besleyen birer etken.

Yorgunluğun asıl kaynağı: Sürekli karar vermek

Eco-fatigue’in merkezinde aslında tek bir şey var; karar yorgunluğu.

Sürdürülebilir yaşam, teoride çok güzel ama pratikte yüzlerce küçük karar vermek anlamına geliyor. Hem de bunlar market rafında durup ambalaj okumak, online alışverişte kargo ve iade hesabı yapmak, etiketleri çözmeye çalışmak gibi alışık olmadığımız, bu yönde düşünmeyi öğrenmemizin gerektiği kararlar. Beyin bu kadar mikro kararla baş etmeye çalışırken bir noktada bunalıyor ve otomatik moda geçiyor: en ucuz, en hızlı, en zahmetsiz seçenek.

Bu noktada greenwashing de devreye giriyor. Her şey “eco”, “green”, “nature-friendly” olunca kelimeler anlamını yitiriyor. Tüketici kendini kandırılmış hissettiğinde, motivasyon yerini mesafeye bırakıyor. “Madem herkes biraz uyduruyor/yanıltıyor, ben niye bu kadar uğraşıyorum?” düşüncesi bizi sonuçsuz bir çaba için bu kadar emek harcadığımız şüphesiyle baş başa bırakıyor. 

Felaket dili neden insanı ileri değil, geri götürüyor?

Sürdürülebilirlik iletişimi uzun zamandır felaket merkezli. Geri dönüşsüz noktalar, kaybolan türler, yaklaşan krizler ve en sonunda dünyanın yaşanmaz bir yer olacağına dair kesin ve net söylemler. Bunların hepsi gerçek olabilir ama tek başına sürekli bunlara maruz kalmak insan psikolojisi için oldukça zorlayıcı ve umutsuzluk hissini gerçekten tetikliyor.

Psikolojide bunun bir karşılığı var; öğrenilmiş çaresizlik. Sürekli kötü sonuçlara maruz kalan ama uygulanabilir çözüm göremeyen zihin, kendini korumak için geri çekiliyor. GWI’nin “apocalypse fatigue (Kıyamet Yorgunluğu)” olarak tanımladığı bu durum, eco-fatigue ile doğrudan ilişkili.

Yani bazen sorun insanların umursamaması değil; fazla ağır, sadece negatif ve çözümsüz bir anlatının altında ezilmemiz. 

Eco-anxiety ile eco-fatigue arasındaki fark

Bu iki kavram sık sık karıştırılıyor. Eco-anxiety, iklim değişikliğiyle ilgili duyulan kaygı, korku ve gelecek endişesi. Amerikan Psikoloji Birliği bunu özellikle genç kuşaklarda artan bir stres kaynağı olarak tanımlıyor.

Eco-fatigue ise daha sessiz bir bir kabullenme hali. Panikten çok yorgunluk ve “artık gücüm yok” hissi baskın oluyor. İkisi birlikte görülebiliyor ama çözüm yolları farklı, eco-anxiety daha çok duygusal destek ve umut anlatısı gerektirirken eco-fatigue daha çok yükü azaltmakla çözüme ulaşıyor.

Peki bu yorgunlukla ne yapacağız?

Eco-fatigue’in çözümü, daha fazla şey yapmak değil. Tam tersine, daha az ama daha etkili şeyler yapmak.

Her alanda kusursuz olmaya çalışmak ne yazık ki pek sürdürülebilir değil. Bunun yerine birkaç alışkanlığı gerçekten kalıcı hâle getirmek işe yarıyor. Daha az ama uzun ömürlü ürün almak, iade etmeyi azaltmak, enerji ve su tüketiminde somut fark yaratabilecek alanlara odaklanmak gibi ölçülebilir sonuç veren adımlar atmak umutsuzluk hissini azaltmak için işe yarar bir çözüm olabilir. 

Bir diğer önemli adım, karar sayısını düşürmek. Her alışverişi sıfırdan araştırmak yerine, güvendiğimiz birkaç sistem seçmek. Aynı web sitesi, aynı ikinci el platformu, aynı sertifikalar gibi mikro karar sayısını düşürecek stratejiler oluşturmak. Sürdürülebilirlik böylece zihinsel bir yük olmaktan çıkıp otomatik bir rutine dönüşüyor.

Ve belki de en önemlisi; sürdürülebilirliği yalnız başına taşımaya çalışmamak. Küçük kolektifler, bir mahalle paylaşım rafı, arkadaşlarla takas günü gibi sosyal sürdürülebilir etkinlikler eco-fatigue’in panzehiri gibi çalışıyor çünkü insan yalnız olmadığını hissediyor. 

Yorulmak başarısızlık değil!

Eco-fatigue’i, tembellik ya da duyarsızlık olarak düşünmek ve kendimizi suçlamak bizi daha umutsuz bir noktaya sürüklüyor. Halbuki hiçbiri değil, sadece sistemin insanlara fazla yük bindirdiğinin bir işareti olarak yorumlayabiliriz. Sürdürülebilirliği ana konusu yapmış bir firma olarak rahatlıkla söyleyebiliriz ki, eğer sürdürülebilirlik hayatı daha zor hâle getiriyorsa, orada bir şeyler yanlış anlatılıyor demektir.

Belki de kendimize şu izni vermeliyiz: “Her şeyi yapmayacağım ama bir şeyi iyi yapacağım.”

Bazen sürdürülebilirliğin en güçlü hâli, hız kesmekten geçer. Ve bu da gayet yeterlidir.

Kaynakça

Moscardo, G. & Pearce, P. (2019). Eco-fatigue and sustainability engagement. Deloitte (2024).

Sustainability fatigue and consumer trust. American Psychological Association (APA).

Eco-anxiety and climate-related stress. GWI (2023).

Apocalypse fatigue and environmental messaging. Carbon Brief (2023–2024).

Climate anxiety and communication. Financial Times (2024).

Greenwashing regulations and consumer trust.

visamaestromastercardtroy