Mutfakta çöp kutusunun başında durup plastikleri ayırırken bir yandan “Bu geri dönüştürülebilir mi?” diye düşünen o kişi tanıdık geliyor mu? Pazar çantasında bez torbalarla gezen, mutfakta sebze atıklarından kompost yapan ya da musluğu tam kapatana kadar içi rahat etmeyen… Eğer bu sahneyi zihninizde canlandırabiliyorsanız, bunları yapan kişi muhtemelen bir kadındır.
Dünyayı kurtarmak, sanki kadınların omuzlarına yüklenmiş görünmez bir görev gibi. Kadınlar doğaları gereği mi çevre dostu yoksa yıllar boyunca onlara “bu senin işin” diye mi öğretildi? Bu sorunun cevabı hem bilimde hem de toplumsal kalıplarda gizli.
Bizi böyle düşünmeye iten köklü bir hikâye var. Doğanın, hayatın, bereketin dişil enerjiyle ilişkilendirildiği o eski hikâye... Kadınlar, tarih boyunca “toprak ana” metaforunun bir parçası olmuş. Doğuran, besleyen, büyüten… Ancak bu hikâyede ince bir detay gizli: Bir şeyleri “büyütmek” aynı zamanda “korumak” anlamına da geliyor.
Modern dünyada da bu hikâye farklı bir şekilde karşımıza çıkıyor. Araştırmalar, kadınların daha empatik, fedakâr ve sosyal sorumluluk sahibi olarak yetiştirildiğini gösteriyor. Edinburgh Üniversitesi’nden Rachel Howell’in çalışmaları, kadınların çevre sorunlarına daha fazla eğilim göstermesinin tesadüf olmadığını söylüyor. Bu, bir tür “bakım etiği”nin yansıması. Geleceği düşünme, başkalarını gözetme ve dünyayı daha iyi bir yer yapma dürtüsü, kadınların sıklıkla omuzladığı bir misyon hâline geliyor.
Erkekler Neden Geri Çekiliyor?
Peki erkekler bu hikâyenin neresinde?
Penn State Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre, bazı erkekler çevre dostu davranışlardan kaçınıyor. Sebep mi? Çünkü bu davranışların “fazla kadınsı” olarak algılandığını düşünüyorlar. Yeniden kullanılabilir alışveriş çantası taşımak ya da vegan bir menü sipariş etmek, bazen “erkeklikten ödün vermek” gibi algılanıyor.
İşte mesele tam da burada kilitleniyor. Toplum, yeşil davranışları “kadın işi” olarak çerçevelemeye devam ettikçe, erkeklerin bu alanda varlık göstermesi zorlaşıyor. Sürdürülebilirlik, erkekler için bir kimlik meselesine dönüşüyor.
Gezegenin Geleceği Kolektif Bir Hikâye
Ama mesele şu ki, doğa cinsiyet tanımıyor. Okyanuslar kimin pipet kullandığını umursamıyor. Yağmur ormanları kimin daha fazla geri dönüşüm yaptığını takip etmiyor.
Bu hikâyede kadınlar başrolde olabilir. Ama dünya, tek bir kahramanla kurtulacak kadar küçük bir sahne değil. Hepimizin katıldığı bir senaryo bu.
Kadınlar, dünyayı kurtarmak için sahneye çıktılar ama sahnenin kenarında, perdelerin arkasında bekleyen erkeklerin de artık adım atma zamanı geldi. Gezegen, tek başına bir cinsiyetin taşıyabileceği bir yük değil. Bu yük, insanlığın omuzlarında duruyor.
Çünkü gezegeni kurtarmak ne kadın ne de erkek işi. Bu, hepimizin işi. Ve ancak hep birlikte yazarsak, bu hikâye mutlu bir sona ulaşabilir.
Kaynaklar