Geçtiğimiz gün aramızdan ayrılan Jane Goodall yalnızca bir primatolog, bir çevreci ya da bir akademisyen değildi. O, doğayla kurduğumuz ilişkiye bambaşka bir gözle bakmamızı sağlayan, milyonlarca insana ilham veren ve belki de gezegenin geleceğini kurtarmak için yola çıkmış en tutkulu seslerden biriydi. Gel, Jane Goodall’un bir çocuğun doğa merakıyla başlayıp bir ömür boyu süren evrensel bir savunuculuğa dönüşen hikâyesine birlikte bakalım.
Çocukluk Hayali: Afrika’ya Yolculuk
Jane Goodall, 1934 yılında İngiltere’nin Bournemouth şehrinde dünyaya geldi. Küçük Jane, daha çocukken kendini doğanın kucağında hissediyordu. Bahçede saatlerce solucanları, böcekleri inceler; hayvanlarla bağ kurardı. En çok sevdiği kitaplardan biri Dr. Dolittle’ın hayvanlarla konuştuğu hikâyelerdi. O kitaba bakıp bir gün kendisinin de hayvanlarla konuşacağını hayal ederdi. Çevresindekiler onun bu merakını kimi zaman garipsese de annesi hep destek oldu. Hatta Jane, çocukken tavukların nasıl yumurtladığını görmek için kümesin içine saklandığında saatlerce kayboldu diye panikleyen annesi, onu bulduğunda kızmak yerine “Araştırmacı ruhunu sevdim” demişti. Belki de o an, Jane’in bilim yolculuğunun ilk tohumu atılmıştı.
Afrika’ya duyduğu hayranlık da çok erken yaşlarda başlamıştı. Hayalini “bir gün Afrika’ya gidip hayvanları yerinde gözlemlemek” olarak anlatırdı. Ancak o yıllarda genç bir İngiliz kızının tek başına Afrika’ya gitmesi neredeyse imkânsız gibi görünüyordu. Üniversite eğitimi de yoktu, ailesinin fazla imkânı da… Ama Jane hayalini ertelemedi. Çocukluğundan beri para biriktirdi, yazılarını yazdı, fırsat kolladı.
İlk Dönüm Noktası: Louis Leakey ile Karşılaşma
1957 yılında, 23 yaşındayken nihayet Afrika’ya gitmeyi başardı. Nairobi’de yaşayan bir arkadaşının çiftliğinde kalırken dönemin ünlü paleoantropologlarından Louis Leakey ile tanıştı. Leakey, Jane’in hayvanlara duyduğu ilgiyi fark ettiğinde onun “alışılmış kalıpların dışında” bir bakış açısına sahip olduğunu sezdi. O yıllarda kadınların bilim dünyasında ciddi bir şekilde var olması çok zordu. Ama Leakey, Jane’in bu merakını görmezden gelmedi.
Ona, Tanzanya’daki Gombe Ulusal Parkı’nda yaşayan şempanzeleri gözlemleme görevini verdi. Jane’in bu görevi üstlenmesi, bilim tarihinde yeni bir çağın başlangıcı olacaktı.
Gombe’deki Hayat: Defter, Dürbün ve Sonsuz Sabır
1960 yılında, henüz 26 yaşındayken Gombe’ye yerleşti. Yanında yalnızca bir dürbün ve bir not defteri vardı. Ormanın içinde ilk başta çok zorluk çekti. Şempanzeler ondan kaçıyor, varlığını kabul etmiyordu. Haftalar, aylar boyunca ormanın kıyısında bekledi, sessizce gözlem yaptı. Ve sonunda ilk bağ kurduğu şempanze, “David Greybeard” oldu. O gri sakallı, bilge görünümlü erkek şempanze, Jane’e diğerlerinden önce güven duydu. Jane de onun sayesinde topluluğun içine girmeye başladı. Jane’in gözlemleri, kısa süre içinde bilimsel devrim niteliğinde sonuçlar ortaya çıkardı.
Bilimi Sarsan Keşifler
Jane, şempanzelerin ince dalları termit yuvalarına sokup içindeki termitleri topladığını fark ettiğinde, bilimin temelleri sarsıldı. Çünkü o zamana kadar “alet kullanabilen tek canlı” olarak insan kabul ediliyordu. Bu gözlem, insan ve hayvan arasındaki ayrımı bulanıklaştırdı.
Jane, şempanzelerin yalnızca biyolojik içgüdülerle hareket etmediğini, karmaşık sosyal ilişkiler kurduğunu gösterdi. Onların dostluklar kurduğunu, birbirine sarıldığını, kavga ettiğini, yas tuttuğunu gözlemledi. Bu, hayvanların da duygusal bir yaşamı olduğunu kanıtlayan ilk çalışmalardan biriydi.
Bilim dünyasında hayvanlara numara verilirdi; duygusallıktan kaçınılırdı. Jane buna karşı çıktı. Onlara isim verdi: Flo, Fifi, Goliath, Passion… Çünkü her birinin farklı bir karakteri, ayrı bir hikâyesi vardı. Bu yaklaşımı eleştirilse de zamanla bilimde yeni bir kapı açtı: Bireysel hayvan öykülerini anlamak.
Bilimden Aktivizme
1977’de Jane Goodall Enstitüsü’nü kurdu. Bu enstitü yalnızca şempanzeleri değil, onların yaşam alanlarını, ormanları, hatta ormanla iç içe yaşayan insan topluluklarını da korumaya odaklandı. Jane, “Doğayı korumak için insanları da anlamak gerek” diyordu.
Yerel topluluklara sürdürülebilir tarım yöntemleri öğretti, alternatif gelir projeleri geliştirdi. Çünkü biliyordu ki, insanlar hayatta kalma mücadelesi verirken ormanı kesmek zorunda kalıyorlardı. Onların ihtiyaçlarını çözmeden, doğayı korumak mümkün değildi.
1991’de ise Roots & Shoots programını başlattı. Gençlere yönelik bu program, küçük adımlarla büyük değişimler yaratmayı hedefliyordu. Bugün dünya genelinde milyonlarca genci doğayla buluşturmuş durumda.
Bir Umut Elçisi
Jane Goodall bilim insanı olmanın ötesinde, aynı zamanda olağanüstü bir hikâye anlatıcısıydı. Konferans salonlarını dolduran kalabalıklara saatlerce konuşur, sonunda herkesin içindeki umudu yeniden uyandırırdı. “Umudu kaybetmeyin” derdi. Çünkü onun inancına göre umut, lüks değil; sorumluluktu.
90’lı yaşlarına gelmesine rağmen dünyayı dolaşmaya devam etti. Uçağa biner, bir sonraki konferansa yetişir, gençlerle buluşur, liderlerle görüşür, medyaya röportaj verirdi. O bitmeyen enerjisiyle, “dünyayı değiştirmek için geç değil” mesajını taşırdı.
Ardında Kalan Miras
Jane Goodall’un hayatı bize çok şey öğretiyor:
Hayallerden asla vazgeçmemeyi,
Bilimin soğuk duvarlarını aşarak kalbe de seslenebileceğini,
Doğanın korunmasının, insan yaşamıyla ayrılmaz olduğunu,
Ve en önemlisi, küçük adımların büyük farklar yaratabileceğini.
Bugün onun kaybını konuşuyoruz ama aslında bıraktığı miras hâlâ bizimle. Onun sözleriyle bitirelim:
“Yaptığınız şeyin bir fark yaratacağını düşünün. Çünkü yaratır.”
Kaynaklar
Roots & Shoots Türkiye “Jane Goodall” https://rootsandshootsturkey.org/jane-goodall/
BBC News Türkçe “Gezegenimizin kahramanı: Jane Goodall 91 yaşında hayatını kaybetti” https://www.bbc.com/turkce/articles/c75q9xwr7r3o
National Geographic Education “Jane Goodall” https://education.nationalgeographic.org/resource/jane-goodall/
British Council “Umuda Dair - Jane Goodall anlatıyor” https://www.britishcouncil.org.tr/programmes/arts/reasons-hope-jane-goodall-talk