Silivri Depremiyle Bir Kez Daha Hatırladıklarımız

Silivri Depremiyle Bir Kez Daha Hatırladıklarımız

23 Nisan’da Silivri açıklarında meydana gelen 6.2 büyüklüğündeki deprem, bize bir kez daha acı bir gerçeği hatırlattı: Geçmiş tecrübelerimizden yeterince ders almadık ve büyük bir depreme hâlâ hazır değiliz. İstanbul gibi, ülkenin kalbinin attığı bir şehirde; toplanma alanları yetersiz, yapı stoku yaşlı ve depreme dayanıklı değil, nüfus yoğunluğu çok yüksek ve insanlar güven vermeyen binalara astronomik bedeller ödüyor.

Bu tablo, önümüzdeki büyük depremde çok daha ağır bedeller ödeyebileceğimizin açık bir göstergesi. Peki ama neden? Bir doğa olayı neden, insan hayatını altüst eden bir afete dönüşüyor? Bu sorunun cevabı, kentleşme politikalarımızda ve doğaya karşı gösterdiğimiz yaklaşımlarda yatıyor.

Deprem Bir Doğa Olayıdır, Afet İnsanın Eseridir

Depremler dünyanın her yerinde oluyor. Ancak her deprem bir afete dönüşmüyor. Örneğin Japonya’da her yıl yüzlerce deprem yaşanıyor ama can kaybı genellikle sıfır. Çünkü orada doğaya saygılı, bilime dayalı bir şehirleşme anlayışı hâkim.

Türkiye'de ise durum farklı. Depremin doğallığına rağmen biz, şehirlerimizi doğayla kavga ederek inşa ettik. Yanlış zemin seçimleri, plansız yapılaşmalar ve doğayı yok sayan şehirleşme politikaları yüzünden doğa olaylarını ölümcül felaketlere dönüştürdük.

Doğayla Uyumlu Olmayan Yapılaşmalar: Felaketin Gerçek Sebebi

1. Yanlış Zeminlerde Kurulan Şehirler

İstanbul’un büyük bir bölümü (Avcılar, Zeytinburnu, Bakırköy gibi sahil hattı ilçeleri) alüvyon zemin üzerine kuruldu. Bu zeminler, deprem sırasında "sıvılaşma" riski taşıyor. Yani, deprem dalgaları bu tür gevşek topraklarda büyüyerek binaların temellerini adeta bataklığa çeviriyor.

1999 Marmara Depremi’nde, Avcılar’da meydana gelen ağır yıkımın en büyük nedeni kötü zemin koşullarıydı. Bu bölgedeki binalar sadece şiddetli yer hareketi yüzünden değil, yanlış zemin üzerine yanlış tekniklerle inşa edildikleri için yıkıldı.

2. Dere Yataklarına ve Tarım Alanlarına Yapılaşma

Türkiye’nin dört bir yanında dere yatakları yerleşime açıldı. İstanbul’da da durum farklı değil. Normalde doğanın kendini dengelemek için bıraktığı taşkın alanlar beton binalarla dolduruldu. Bu da hem depremde hem de sonrasında meydana gelebilecek sellerde felaketin boyutunu büyütüyor.

Her büyük yağışta dere yataklarına kurulan mahallelerde yaşanan su baskınları, bunun en somut göstergesi. Deprem sonrasında altyapı zarar gördüğünde bu bölgeler tam bir tuzak hâline dönüşebilir.

3. Yeşil Alanların ve Ormanların Yok Edilmesi

Deprem sonrası için kritik öneme sahip olan toplanma alanları ve yeşil alanlar, İstanbul’da sistemli bir şekilde azaldı. 1999 yılında belirlenen 493 toplanma alanının büyük bir kısmı AVM’lere, rezidanslara ve otel projelerine dönüştürüldü. Bugün İstanbul’da kişi başına düşen aktif yeşil alan miktarı yalnızca 2.7 m² civarında. Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği en az miktar ise 9 m².

Yeşil alanlar sadece toplanma noktası değildir; aynı zamanda ısı adası etkisini azaltır, doğa olaylarının etkisini hafifletir, insanların afet sonrası hayatta kalma şansını artırır.

4. Plansız Şehirleşme ve Kontrolsüz Nüfus Artışı

İstanbul, yıllar boyunca plansız şekilde büyüdü. Nüfus artışı hesaba katılmadan yeni yerleşim alanları açıldı. Bu nedenle bugün deprem anında yolların kapanması itfaiye ve ambulansların ulaşamaması, elektrik, su ve iletişim altyapısının çökmesi gibi büyük risklerle karşı karşıyayız.

Bunlar, doğrudan can kaybına yol açmasa bile afet sonrası hayatta kalma mücadelesini çok daha zorlaştıracak.

Çözüm: Doğaya Uyumlu Şehirler Kurmak

Artık şunu kabul etmeliyiz: Depremi engelleyemeyiz. Ama doğa olaylarının afete dönüşmesini önleyebiliriz. Bunun için; yerleşim yerleri seçilirken jeoloji ve zemin etütlerine öncelik verilmesi, dere yataklarının ve tarım arazilerinin yapılaşmaya kapatılması, yeşil alanların artırılması ve mevcut alanların korunması, kentsel dönüşüm projelerinde sadece yeni binalar değil, doğru yerlere doğru binalar inşa edilmesi, bilim ve mühendislik verilerine dayalı şehir planlamaları yapılması şart.

Doğaya karşı değil, doğayla birlikte yaşamayı öğrenmeliyiz. Aksi hâlde her yeni doğa olayı, yeni bir felaketle sonuçlanacak.

Kaynaklar

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) - İstanbul Bina Envanteri Raporu 2020

AFAD (Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı) - Olası İstanbul Depremi Kayıp Tahminleri Raporu 2023

Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü - İstanbul Deprem Raporları

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası - Türkiye Deprem Gerçeği ve Kentsel Dönüşüm Raporu 2022

İstanbul Valiliği Afet ve Acil Durum Yönetim Merkezi (AKOM) Verileri

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) - İstanbul Nüfus İstatistikleri 2023

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı - İmar Barışı Bilgilendirme Notu