İklim krizi, ormansızlaşma, kirlilik, hayvanların yok oluşu… Çevreyle ilgili sorunlar artık dünyanın dört bir yanında herkesin gündeminde. Bu konular sadece haberlerde ya da bilimsel raporlarda karşımıza çıkmıyor; sanatın, edebiyatın ve hatta animenin içinde de yer buluyor. Evet, yanlış duymadınız: Japonya’nın bize armağan ettiği bu rengârenk ve duygusal animasyon dünyası, doğa ve çevre temalarına oldukça duyarlı bir şekilde yaklaşıyor.
Bazı animeler, doğanın güzelliğini hayranlıkla anlatırken bazıları da insanın doğaya verdiği zararı gözler önüne seriyor. Kimi zaman fantastik ormanlarda, kimi zaman gelecekte geçen distopik dünyalarda karşımıza çıkıyor bu temalar. Ama hepsinin ortak noktası, izleyiciye “Doğayla ilişkimiz nereye gidiyor?” sorusunu sorması.
Hazırsanız, çevre temalı anime dünyasında güzel bir yolculuğa çıkalım. İşte bu konuda öne çıkan bazı unutulmaz yapımlar.
Princess Mononoke
Hayao Miyazaki'nin kült eseri Princess Mononoke, doğayla insan arasında yaşanan büyük bir çatışmayı anlatıyor. Ormanda yaşayan tanrılar, hayvan ruhları ve kutsal yaratıklar bir yanda; sanayi ve makinelerle doğayı ele geçirmeye çalışan insanlar diğer yanda…
Film, “Doğa iyidir, insan kötüdür” gibi basit bir mesaj vermiyor. İnsanların ilerleme çabalarıyla doğanın dengesi çatışınca neler olur, bunu hem duygusal hem de görsel olarak çok etkileyici bir şekilde anlatıyor. İzlerken “Gerçekten biz ne yapıyoruz bu dünyaya?” diye düşünmemek elde değil.
Nausicaä of the Valley of the Wind
Yine Miyazaki’den harika bir iş! Nausicaä, gelecekte geçen, neredeyse yok olmuş bir dünyada geçiyor. Toksik bir orman her yeri sarmış, insanlar hayatta kalmak için savaş veriyor. Ama başroldeki Nausicaä, doğaya düşman olmak yerine onunla uyum içinde yaşamayı seçiyor.
Doğayı anlayabilen, onunla iletişim kurabilen bir kahraman düşünün. Film, bize doğayla savaşarak değil, onunla dost olarak var olabileceğimizi söylüyor. Ve bunu öyle güzel sahnelerle anlatıyor ki, her izleyişte insanın içini bir huzur kaplıyor.
Pom Poko
Bu filmde başrolde tanukiler (rakun benzeri sevimli hayvanlar) var. Tokyo’nun kenarındaki ormanları insanlar yok etmeye başlayınca, tanukiler yuvalarını korumak için harekete geçiyor. Şekil değiştirme yeteneklerini kullanarak insanlara çeşitli oyunlar oynuyor, onları doğayı yok etmekten vazgeçirmeye çalışıyorlar.
Bir yandan çok eğlenceli, bol kahkahalı sahnelerle dolu ama diğer yandan da oldukça dokunaklı ve düşündürücü. Çünkü tanukilerin yaşadığı şey aslında günümüzde birçok hayvanın başına gelen bir durum: Yaşam alanlarının insanların "ilerleme" uğruna yok edilmesi. Film boyunca tanukilerin çaresizliği, uyum sağlama çabaları ve zaman zaman umutlarını kaybedişleri öyle gerçekçi işleniyor ki, bir noktadan sonra sadece bir anime izlemekle kalmayıp doğayla kurduğumuz ilişkiyi sorgulamaya başlıyoruz.
Pom Poko, doğayı sadece güzel bir fon olarak kullanmakla kalmıyor, onun içindeki yaşamı, kültürü ve ruhu da gösteriyor. Gülümsetirken içten içe sarsan filmlerden biri.
Miyori’s Forest
Miyori’s Forest, doğayla bağ kurmanın sadece fantezi değil, içsel bir dönüşüm olduğunu anlatıyor. 11 yaşındaki Miyori, büyük şehirden kırsala taşınıyor. Başta her şey ona yabancı geliyor: Sessizlik, orman, hayvanlar... Ama sonra ormanın kendine ait bir ruhu olduğunu fark ediyor. Rüzgârın sesi, ağaçların dili, hayvanların bakışları… Hepsiyle bir bağ kurmaya başlıyor.
İşin ilginç yanı, Miyori'nin sadece ormanda yürüyüp ağaçlara sarılması değil; ormanı korumak için gerçekten mücadele vermesi. Bir baraj projesiyle tehdit altındaki bu ormanı savunmak için kendi iç gücünü keşfetmesi, izleyiciye “Doğanın da bir dost gibi korunması gereken bir tarafı var” dedirtiyor. Doğayla iç içe büyüyen çocukların dünyaya bakışını anlatması açısından da çok etkileyici.
Origin: Spirits of the Past
Bu anime bizi post-apokaliptik bir dünyaya götürüyor. 300 yıl önce, insanların genetik mühendislikle doğayı değiştirmeye çalışması büyük bir felakete yol açmış. Doğa artık kendi başına hareket ediyor, hatta zaman zaman tehditkâr hâle geliyor. İnsanlar ise küçük yerleşimlerde, doğayla gerilimli bir denge içinde yaşamaya çalışıyor.
Ana karakter Agito, ormanın içinde özel bir güce sahip oluyor ve onunla birlikte “İnsan ve doğa gerçekten barışabilir mi?” sorusu üzerine bir yolculuğa çıkıyoruz. Doğaya hükmetmek yerine onunla birlikte yaşamanın yollarını arayan bir genç adamın hikâyesi bu. Ve oldukça umut verici.
Shangri-La
Diğer animelerden biraz farklı bir yerde duruyor Shangri-La. Bu kez yakın gelecekte, teknolojik bir dünyadayız. Küresel ısınma yüzünden iklim tamamen altüst olmuş. Tokyo gibi büyük şehirler ya ormanlaştırılmış ya da karbon salımı nedeniyle cezalandırılıyor. İnsanlar karbon vergisiyle yaşarken, büyük şirketler “çevre dostu” projeler adı altında aslında doğayı kendi çıkarları için kullanıyor.
Shangri-La bu açıdan oldukça politik ve düşündürücü. Ana karakter Kuniko, bu adaletsiz düzene karşı isyan ediyor. Anime, “yeşil enerji” ya da “sürdürülebilirlik” gibi kavramların nasıl suistimal edilebileceğini de gözler önüne seriyor. Doğayı korumanın sadece teknik çözümlerle değil, aynı zamanda adaletle ve toplumsal farkındalıkla mümkün olduğunu hatırlatıyor.
Bu yazıda bahsettiğimiz animeler doğayı fon olarak kullanmıyor; doğanın kendisini başrole yerleştiriyor. Bazen bir orman ruhu oluyor, bazen suskun bir çocuk, bazen distopik bir gelecekteki umut ışığı... Ama hepsi de bir şekilde aynı şeyi söylüyor: “Doğaya kulak ver.”
Günlük hayatımızda beton binalar arasında kaybolmuşken doğayı hissedebilmek, onunla yeniden bağ kurmak giderek zorlaşıyor. Ama bu tür hikâyeler bize doğayla yeniden iletişim kurmanın mümkün olduğunu gösteriyor. Belki de bir anime karakteri gibi, biz de kendi içimizdeki “koruyucuyu” keşfedebiliriz.